Nostalji güzeldir, ama kapitalizm esnaf yanlısı değildir

Cem Oyvat

Taksim’in giderek karakterini kaybederek, tekdüze kuru bir alışveriş merkezine dönüşmesi Haziran Direnişi’nin fitilinin altındaki önemli bir nedendi. Aslına bakarsanız, ne Emek Sineması’nın yıkımına verilen tepki, ne de Haziran Direnişi’nin Gezi Parkı’nın içinden çıkması bir rastlantının ürünü değil. Taksim’i kendi mahallesi gibi sahiplenen eylemci grubu, belli ki Taksim’in uzun süredir değişen çehresinden rahatsızdı. Direniş sırasında hükümetin eylemcileri esnafa zarar verdikleri nedeniyle suçlaması, eylemcilere güzel bir top attı. Aslında tam da Taksim’in AVM’leşmesinden rahatsız olan bu kitle, hükümete esnafa sahip çıkarak cevap verdi. Nitekim Gezi Hareketi’nin bir süredir, AVM ve marka boykotlarından, esnaf yanlısı eylemlere kadar çeşitli yollarla bir “küçük burjuva aktivizmi” yürüttüğünü görüyoruz.

Mesele küçük burjuva aktivizmi olacaksa Okumaya devam et

AKP Faiz Lobisine Kılıç Sallarken…

Cem Oyvat

AKP iktidarı ve yandaş medya bütün yaratıcılığıyla faiz lobisi iddialarının tayyip-faizaltını çizmeye devam ediyor. Ortada ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz bir hayalet var. Malum sıradan vatandaş, yani bizler hala “faiz lobisi”’nin kimlerden oluştuğunu bile bilemiyoruz. “Bu lobi ne yapmış” diye sorduğumuzda ise, faiz lobisinin eylemler sırasında sosyal medyayı yalan haberlerle yönlendirdiği iddiası karşımıza çıkıyor. Fakat bahsi geçen yalan haberlerin kimler tarafından üretilip, nasıl yayıldığı konusunda kimsenin bir fikri yok. Keza faiz lobisi ile ilişkilendirilen CNN, BBC, Reuters gibi yayın organlarının kimlerle ilişki kurarak, nasıl bir kazanç elde ettiğini de bilemiyoruz.

Esasen faiz lobisinin Gezi Eylemleri’ni yönlendirdiğine dair elimizde Türkiye hakkında “yanlı” yayın yapmakla suçlanan yabancı medya; Türkiye’nın adının bile geçmediği bir Otpor belgeseli; Memet Ali Alabora’nın hayali bir diktatörü anlatan tiyatro oyunu ve bu saydıklarımız üzerinden yapılan akıl yürütmelerden başka bir şey yok. Maalesef delil olmadan yapılan akıl yürütmeler ancak “komplo teorisi” oluyor. Okumaya devam et

Orada neden durduklarını da anlamıyorum!

Cem Oyvat

Dün Recep Tayyip Erdoğan böyle diyordu. Gezi Parkı’nin “çevre için duran samimi” sakinleri için…Direnişçileri itibarsızlaştırma politikasının bir parçası olarak…

Gerçi önceden de Gezi Parkı’ndakilerin neden orada durduklarını anlamamazlıktan gelenler vardı. Hatta, eylemcilerin amaçsız olduklarını ima edenleri de okumuştuk (mesela burada, burada). Oysa söylenenin aksine Gezi Parkı’nda kafası son derece net, ne istediğini iyi bilen bir kitle var. Son yapılan Konda Anketi de gösteriyor ki, eylemcilerin %76.4’i “neden buradasınız, ne talep ediyorsunuz” sorusuna “özgürlükler için”, “hak ihlallerine karşı, hak talebi için”, “diktatörlüğe, baskıya karşı”, “demokrasi ve barış için” veya “polis şiddetine karşı” seçeneklerinden birini işaretleyerek cevap vermiş. Yani Gezi Parkı’ndaki kitlenin büyük çoğunluğu daha demokratik, özgür bir ülkede yaşamak için eylemlere katılıyor. Zaten ulusalcısından, sosyalistine, liberalinden, BDP’lisine bu kadar heterojen bir kitleyi de, bu temel hak talebi bir arada tutuyor.

dayanışma

Okumaya devam et

Referandum Direniş İçin Hem bir Kazanımdır Hem de Tuzak

Kerem Cantekin
Cem Oyvat’ın da yazdığı gibi AKP’nin Gezi Parkı için referandum önermesi bu partiden beklenebilecek bir adım. Ama bu adımın haftalar süren akıl tutulmasından sonra oldukça akıllıca bir adım olduğunu da belirtelim. Gezi Parkı Direnişi belki de en başından beri karşılaştığı en büyük tuzakla karşı karşıya. Referandumu reddetmek, AKP’nin bu hareketi halk karşıtı olarak göstermesine neden olabilir. Ancak akıllıca hareket edildiğinde referandumun bir fırsat olduğunu da aklımızda tutmak lazım.

Öncelikle şunu aklımızda tutalım, AKP mecbur kalmadığı sürece demokratik süreçlere ve tartışmalara çok sıcak bakan bir parti değil. Başbakanın birçok konuda tartışmak ve uzlaşmak yerine, kendisince en doğru bulduğunu gerçekleştirmek istediğini sanırım söyleyebiliriz. Öyle ki, bakanların yaptıkları açıklamalar bir kenara itilebiliyor. Hatta öyle ki, normal şartlarda Topçu Kışlası konusunda karar yetkisine sahip olan belediye başkanı da olsa, en azından görünen, bu konuda Kadir Topbaş’ın başbakanın kararlarını uyguladığı. Ama AKP, rakiplerinin (bütün rakiplerinin) halk karşısına çıkmaktan kendisinden daha fazla korkacağı inancına sahip. İşte bu direnişle birlikte bu önyargının yıkılıp atılması şansı oluştu.

Eski seçim sonuçlarına bir göz atalım. 2011 seçimlerin AKP’nin İstanbul oyu yüzde 48dir. İki yıl geriye gidersek Kadir Topbaş yüzde 44 oy almıştır. İl genel meclisinde oy oranı yüzde 40’a kadar düşmüştür. Dolayısı ile AKP İstanbul’da yenilmez değildir. Üstelik de oylanan doğrudan AKP olmayacaktır. Ki bu, bu seçimden kışlaya hayır oyu çıkmasını kolaylaştırmaktadır. CHP ve diğer partiler geriye çekilip sadece verdikleri destekle yetinirse, hareketin içinde yer alan örgütler ve insanlar doğrudan kampanyanın içinde yer alırsa, özellikle oylamanın aynı zamanda özgürlükler için de yapıldığını anlatmayı başarırsa hareketin içindeki insanlar, bu oylamada AKP doğrudan direnişe destek veren halk ile karşı karşıya gelebilir ve kaybedebilir. Okumaya devam et

Referandum ile ilgili birkaç not

Cem Oyvat

AKP iktidarı Gezi Direnişi’nin ancak 16. gününde somut bir adım atarak, kendi siyaset tarzıyla uyumlu bir referandum önerisi getirdi. Tabii siyasi iktidar bu konuda ne kadar samimi veya gerçekten böyle bir referanduma cesaret edebilir mi, bilemiyoruz. Zira, olası bir referandumun sonuçları ile ilgili fikir verebilecek tek çalışma olan Xsights Araştırma Şirketi’nin anketine göre, İstanbul halkının %75.5’i Topçu Kışlası’nın replikasının yapılmasına olumlu bakmıyor. Fakat eğer bir referandum olacaksa, böyle bir işe kalkışmadan önce birkaç noktayı tartışmakta fayda var:

1) Öncelikle referandum için yargının Gezi Parkı ile ilgili vereceği karar mutlaka beklenmeli ve olası bir referandum yargı kararı sonrası yapılacak (veya yapılmayacak) şekilde planlanmalı. Zira, eğer referandumda “evet” oyu çıksa bile, yargının onaylamadığı bir yapının inşa edilmesi herhangi bir hukuk devletinde olabilecek bir iş değil. Şöyle ki, mesela İzmir’in Selçuk ilçesinde bir referandum yapılsa ve buranın halkı Efes harabelerinin içine 10 katlı bir otel yapılmasına onay verse bile böyle bir yapı yapılamaz, yapılmamalıdır. Diğer yandan, referandumdan çıkan bir sonucun yargı kararını etkilemesi de, hukuksuzluğun dik alası olur.

gezi-parkı-670-4

Okumaya devam et

Gezi Parkı Direnişi Nasıl Sona Erecek?

Kerem Cantekin

Türkiye’nin insanları şaşırtan bir ülke olduğu muhakkak. Gerçi giderek artan baskının er ya da geç bir hareket doğuracağını tahmin ediyordum. Ama bu hareketin nerede ve ne zaman ortaya çıkacağını öngörmek kolay değil. Sonuç olarak bu hareket, kişisel olarak en ummadığım yerde ve şekilde ortaya çıktı. Ve ben hayatımda yoluna sokmam gereken onca iş olduğu için büyük ölçüde bu olayları izlemek zorunda kaldım. Üstelik de insanların haksızlığa karşı sesini yükseltmesi gerektiğini hem burada Türkiye’de hem de 5 yıldır söyleyen birisi olarak bu hareketi büyük ölçüde seyrettim. İki gün önce bir buçuk saatliğine de olsa Taksim’e gitmek ve oradaki durumu görmek fırsatı da buldum.

Hareketin en azından Taksim ayağında açıkça gözlendiği kadarı ile insanlar bir şiddet hareketi değil, yakıp yıkmak, saldırmak üzerine kurulmuş bir hareket değil. Harekete katılan insanlar kendilerini, gerek yaşam tarzları ile, gerekse fikirleri ile ifade etmek istiyorlar. İkinicisi, hareketin içinde ırkçılık yok. Hatta Taksim’de ülkemizdeki baskı altındaki etnik ve dini grupları temsil edildiklerini söyleyebilirim. Özellikle Roboski ve Reyhanlı hakkında birçok afiş var. Ve birbirinden bağımsız, hatta kimi zaman çelişen birçok siyasi grup var Taksim’de. Her biri kendi köşesinde kendi fikrini dile getiriyor. İnsanlar hala korkuyorlar, ama meydandan ayrılmak istediklerinde bile ayakları geri geri gidiyor. Okumaya devam et

Bangladeş’teki Facia ve Bangladeş’in “Önlenemez Yükselişi”

Cem Oyvat

Geçtiğimiz 24 Nisan tarihinde Bangladeş’te son dönemdeki en önemli iş kazalarından biri yaşandı ve içinde beş tekstil atölyesinin bulunduğu bir binanın çökmesi sonucu 650’den fazla çalışan hayatını kaybetti. Bangladeş halkı, yaşananlardan haklı olarak bina ve işletme sahiplerini sorumlu tutuyor. Nitekim, 20000 kişiden fazla protestocunun katıldığını gösterilerde “Katilleri Asın, Fabrika Sahiplerini Asın” şeklindeki agresif pankartlar dikkat çekiyordu.

BANGLADESH_PROTEST_1379279f

Tabii bu üzücü olay ister istemez Bangladeş’teki kötü çalışma koşullarını da yeniden gündeme getirdi. Hatta yeni Papa Francis bile olayla ilgili “Bangladeş’teki trajedinin olduğu günde beni en çok vuran, ‘Ayda 38 Euro ile yaşıyorlar’ başlığı oldu. Ölen insanlar işte bu kadar kazanıyorlar. Buna köle işçiliği denir… Sadece muhasebe defterlerine, sadece karlılığa bakarak adil ücret ödememek, insanları işe almamak Tanrı’ya karşı gelmektir” yorumunu yaptı. Anlayacağınız yaşanan olayın büyüklüğü, yeni Papa’yı bir aktivistin diliyle konuşmaya itti. Okumaya devam et

ÜÇ ÇOCUĞA KARŞI OLMAK İÇİN YENİ NEDENLER

Cem OYVAT

Alttaki grafiklerimiz gelir eşitsizliği konusundaki sayılı isimlerden Francisco H. G. Ferreira’nın, Jérémie Gignoux ile bir Dünya Bankası kitabı için yazdığı “Eğitimde Fırsat Eşitsizliği: Türkiye” isimli makalesinden. Anlaşılan Francisco H. G. Ferreira literatürdeki açığı görmüş olacak ki, Türkiye’deki eğitim üzerine de bir süre kafa yormuş. Çalışmasından aldığım grafikler de, 2006 yılı için ailelerdeki çocuk sayılarına göre farklı yaş gruplarındaki okula giden ortalama çocuk oranını gösteriyor. Yani yazarlar 1-2, 3-5 ve 6 ve üzeri çocuklu aileler için, farklı yaş gruplarındaki ortalama okula gitme oranını gösteren üçer tane çizgi çekmiş. Okumaya devam et

Üç çocuğa karşı olmak için yeni nedenler

Cem Oyvat

Alttaki grafiklerimiz gelir eşitsizliği konusundaki sayılı isimlerden Francisco H. G. Ferreira’nın, Jérémie Gignoux ile  bir Dünya Bankası kitabı için yazdığı “Eğitimde Fırsat Eşitsizliği: Türkiye” isimli makalesinden.  Anlaşılan Francisco H. G. Ferreira literatürdeki açığı görmüş olacak ki, Türkiye’deki eğitim üzerine de bir süre kafa yormuş.  Çalışmasından aldığım grafikler de, 2006 yılı için ailelerdeki çocuk sayılarına göre  farklı yaş gruplarındaki okula giden ortalama çocuk oranını gösteriyor. Yani yazarlar 1-2, 3-5 ve 6 ve üzeri çocuklu aileler için, farklı yaş gruplarındaki ortalama okula gitme oranını gösteren üçer tane çizgi çekmiş.

turkey-education

Grafiklerde açıkça görülüyor ki, çok çocuk sahibi olan aileler, aynı zamanda çocuklarının, özellikle 15  yaş sonrasında, okula devam edebilme ihtimali daha düşük olan aileler. Hele ki bahsettiğimiz durum kızlar için iyice geçerli. Mesela 6 ve üstü çocuğu olan ailelerde liseye başlayan kızların oranı %20’nin altına düşüyor. Yani grafiklerden ilk anladığımız şey şu: Türkiye’de çok çocuklu aileler çocuklarının çoğunu okutamıyor, hele ki bir tercih yapmak gerekirse kızlarını cahil bırakıyor. Bu aslında beklediğimiz bir sonuç, ama AKP hükümeti “üç çocuk” politikasında hala ısrar ederken, bu durumu sayısal olarak  da görmek önemli. Okumaya devam et

Kuzey Kore ve Nükleer Denemeler

Doruk Cengiz

Soruyla başlayalım: Kore yarımadasında atom bombası bulunan Kuzey Kore’den başka ülke var mı, varsa ne zamandan beri? Güney Kore’de 1950’lerden bu yana ABD’nin atom bombası olduğunu Hanley ve Herschaft’ın 2010 tarihli haberinden okuyoruz. “Ağustos 1950’de, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırmasından 7 hafta sonra, ve ABD’nin atom bombaları Nagazaki ve Hiroşima’da 220.000 Japon’u öldürdükten 5 yıl sonra, ABD atom bombalarını yeni savaşa yöneltti”(1). Amerika, Kore savaşının başlamasından 7 hafta sonra nükleer bombaları Kore’ye götürmüştür; kullanmaya çok hevesliler. Ancak kullanmıyorlar. Ne var ki başka  tür silahları kullanmaktan hiççekinmediklerini Vietnam’da rastgele attıkları Napalm(Yangın) bombalarından biliyoruz.

Bu durumda, en büyük tehlike Amerika’nın atom bombasına sahip tek ülke olmasıdır. Sonsuz şantaj hakkı veriyor ve kullanmaktan da hiçbir zaman çekinmiyorlar. Stephen Gowans sayı veriyor: Irak 7 defa, Çin 4 defa, Sovyetler Birliği 4 defa, Libya 2 defa (liste uzuyor)  ABD tarafından atom bombasıyla tehdit edilmiş(2). Vurgulamak gerekiyor: ABD’nin atom bombasına sahip olmasından daha tehlikeli olan durum, atom bombasına sahip tek ülkenin ABD olmasıdır. Şaşırtıcı olmasa gerek bu tehlikeyi ilk fark edenlerden biri Stalin oluyor. Pravda’ya verdiği 6 Ekim 1951 tarihli röportajda bu konuya değiniyor. Röportaj boyunca Stalin barışı korumanın önemine ve atom bombasının insanlık için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu söylüyor. Ancak gazeteci ikna olmuyor, madem atom bombaları barışın önündeki en büyük tehlike, SSCB niye bu nükleer denemeleri yapıyor, diyor. Stalin’in cevabı Kuzey Kore için örnek teşkil eder nitelikte: Okumaya devam et